2 Ağustos 2017 Çarşamba

Elifba-5

"Ben ölülere (!) inanıyorum, ölüpte ölmeyenlere ve ölmeden ölenlere..."


O günün akşamı...

Meftun vadiyi takip eden dolambaçlı yoldan şehre doğru arabasını sürerken "zaman"ı ve kaderi düşünüyor. Araba farının yolda akan aydınlığı. Gerisinde ve ilerisinde zifiri bir karanlık takipte, her an tükenen bir ileriye doğruya çekiliyor ve gerisinde yığılmalarla büyüyen bir geçmiş yığınını çekiyor  ... Yol kader ve farın aydınlığı da "şimdi" gibi tuhaf bir hayalin içinde akıp gidiyor. Güyya araba vücudu ve kendisi de ruh ve far da can!... Farı sönse ne şimdi ne gelecek ne geçmiş!..  İnsanın akışı geleceğe açık geçmişe kapalı, idraki ise geçmişe açık geleceğe kapalı. Ne tezatlı bir hal!? İşin daha da tuhafı acaba gelecek ve geçmiş "zifiri karanlık" gibi aslında yok olmasın? Hani farın vurduğu yer var ediliyor ve gerisi yok ediliyor gibi. Zaman belalı bir mevzu. Saatine baktı. Daha 20 dakikası var. "Yeşil Gözlü"yü otogardan alması gerekiyor. 

"Bir de kendine göre bir Allah'a değil, Allah'ın muradına uygun bir kendine doğru olsun akışın. Ele ne geçerse yokluğa sal.. Kuru bilgi kör eder insanı, yanıltır, doyurur, dondurur. Aynı bir magma gibi ol, gövden kalıplaşırken, yüreğinin merkezinde parlayan aşkınla kaynasın başın.

Dedi: Zayıflık muhteşem, güç önemsizdir. İnsan doğduğunda zayıf ve işlenmeye müsait olur. Öldüğünde ise güçlü ve nasırlaşmış, taşlaşmış.


Dedim: Ha oldum de ha öldüm!.. Şeytan böyle oldu."


Elifvarî: "İman kesiksiz oluş!". Oldum yok. İnsan ufuksuz! Vardım yok.

Meftun: Ölüm de en temel kesik. Bak Allah'ın muradına uygun bir "kendine" derken yine Allah'ın insandan muradı O (sav)! Bunu biliyoruz... Biliyoruz ama inanabiliyor muyuz ?! O'na doğru akışta insan "kendi"leşiyor. Neyse bu mevzu uzar Elifvarî... Buradan mı dönüyorduk? 

Elifvarî: Evet çok unutkansın. İhtiyarlık alameti bu biliyorsun değil mi? Hem insan kendine kesik, ölümün ne suçu var?

Meftun: "İhtiyârlık imkânın azalmasıdır." İsmimle müsemmayım ben. Tutkun adam gerisine karşı kayıtsız olandır. Biraz da senin sayende yaşadığım bir konfor bu. Sen varsın ya! Hem tersinden bakarsan gençlik imkânsızı talep etmekten doğuyor. Al sana ayrı bir tuhaflık daha. İmkânsız, idrake. Aşk, imkânsız dinler mi!? "Seninle gelmeyecek şeyle meşgul olmayı terk etmen edeptendir" Hem şimdi meşgul etme beni. Park yeri bulmam lazım. Ölümün suçu yok. Kesikli göze görünen öyle demek istiyorum. Anladığın halde niye uğraştırıyorsun beni?

Elifvarî: -Edepsizlik yaptırma bana diyorsun yani...

Meftun Elifvarî'nin bu ince nüktesine gülümserken etrafına bakınan "Yeşil Gözlü"yü fark etti. Daima o bildik terdirginlik. Nasıl da telaşla bakınıyor etrafına, kolları ve elleri yerini bulamamanın huzursuzluğunu resmediyor. İşkence çektirmemeli dedi Elifvarî. Haklı!

Meftun: -Hatun! Buradayım. Selamun Aleykum.

Hatun: -Aaa burada mıydın? Aleykum Selam. Burası ne acayip bir yer böyle. Korktum.

Meftun (gülümseyerek): -Kesikli göze öyle görünüyor, acayipin ne suçu var!

Hatun: -Hah başladık yine... Nasılsın? (imalı bir tonda) Rahatladın mı bari!

Meftun (alıngan bir edada) : - O'na kavuşmak imkânsız, O'nsuz kalmak imkânsız. Aşk imkânsız. Öyle ise rahat imkânsız...  (Sûkut) Yani O dediğim Allah!

Son cümleyi söylemese olabilemez. Bunu bilmenin o tanıdık ve metalik huzursuzluğu kapladı içini. Perdeli bakışlar, çapaklı hisler...

"Bir kadın ki, erkeğinin şahsiyetini manto gibi giysin..." ve bir erkek ki, giyinmeye değer bir şahsiyet sahibi olabilsin...

Haklı olmanın Hakka mani olduğu yerde haksız olmayı tercih edene aşık denir...


Mırıldanarak "şeytan"gibi diyebildi. Şeytan haklı olduğunu iddia etti. Halbuki idrake lazım olan aczini itiraf ettiren ve teslimiyete erdiren aşk idi. Şeytanın eksiği.

Çağımızda kadın "hak"lı. Hani şu batının kadın hakları diyerek zehirlediği o kadın. Kadın artık haklı ama eksik. Bu yüzden mutsuz. "Yeşil Gözlü" yine doldurmuş bavulu... Araba göçtü resmen. "Andrey" dedi Elifvarî o arada. Ne Andrey'i yahu Elifvarî... İçinden bir öfke Elifvarî'ye kabarmışken, "Yeşil Gözlü"nün yüzüne mıhlı bakışlarını yakaladı. Şimdi kesin üzerine alınır. Ah Elifvarî ah! Ettiğine bak, bir de bunun hesabını ver şimdi. Bir sus! 

Hatun: - Ne oldu yine? Bir şey mi yaptım?

Cevap verse mi? Vermese mi? Elifvarî'yi bilmiyor ki... Ne diyecek!

Meftun: - Seninle alakası yok. Kimse artık, bak nasıl park etmiş!

Hatun: - Hımm anladım. 

Eee anladın da ne diye hala göz retinasını tarayan güvenlik cihazı gibi gözlerin titrek titrek süzüyor öyle ise?!

                                          *                                *                              *

Gelirken dizgininden kurtulmuş gibi akan araba şimdi  ağır ağır tırmanıyor. Kendini yola verip dalmışken aklına Elifvarî'nin Andrey'i geldi. Çağımızda kadın "hak"lı dedi içinden... Andrey şöyle diyordu bir röportajında;

"Şok edici, şok edici. Ne demek istediğinizi anlıyorum. Ama hayretten ağzım açık kaldı, İrena, bir erkeğin aynı hislerle, aynı kaygılarla dertlenmediğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu gezegene erkeğin hükmettiğine inanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Kim hükmediyor peki?
O.
Nerede O?
(Yukarıyı işaret eder.) Anlıyor musun? Olayları tartışıyoruz, sebepleri değil. En önemli şeyden bahsediyoruz. İnsan, varoluşunun sebebini bilmeden yaşıyorsa, bu dünyaya hangi sebepten geldiğini, neden bir süre yaşamak zorunda olduğunu bilmeden yaşıyorsa, o zaman dünyanın bugün içinde olduğu hale gelmesi gerekirdi. Aydınlanmadan bu yana, insan, görmezden gelmesi gereken şeylerle uğraşıyor. Maddi şeylere doğru dönmeye başladı. Bilgi açlığı insanı ele geçirdi. Kadınlar erkekler kadar bilgiye aç değildir. Şükürler olsun."

Ah Andrey ah... Senin zamanından bu yana olup bitenleri bir bilseydin. Üstelik biz senin hayallerinin bile ulaşamayacağı bir iklimin vatanında yaşamışların kavruk evlatlarıyız. Senin bile kaybımızın şiddetini tasavvur edebilmen mümkün değil. Hatırası bile kalmadı demişti Mirzabeyoğlu. Hatırası bile kalmayan bir ızdırap! Felçli bir vücut gibi. Ne ağrı ne sızı kaldı. 

"Ayaklarını uzatan dedenin ve o ayakların altına leğeni uzatıp yıkayan ninenin, sakallı ve başörtülü torunlarının "love story" hedefli naiflikleri...
Dünün cihad eden dedesine mukabil, bugünün Cihat Hamburger isimli dükkânında nargile tüttüren torunu gibi bir şey!...

Buna da aşk diyorlar, ömrü de bir nefeslik duman kadar!"

Hatun: -Daldın yine (gülümseyerek)? Kaldığın yer nasıl?

Meftun: - Aaa şey... 3 odalı ufak bir yayla evi gibi bir şey. Ufak da bir bahçesi var.

Hatun: - Komşun var mı?

Meftun: - Var ama burada evler birbirinde oldukça uzak. Yalnız ve yabancıyım. Pek öyle komşuluk olmuyor. 

Hatun: - Eee? Ne yapıyorsun bütün gün?

Meftun: - (Muhasebe!) Ne bileyim işte bulutları seyrediyorum. Yazıyorum. Yiyorum. Uyuyorum. Dertleniyorum. Sohbet ediyorum. Hayal kuruyorum. En çok da susuyorum.

Hatun: - Kiminle? Neyin hayalini kuruyorsun?

Meftun: - O'nunla... O'nun hayalini... Yani O dediğim Allah!

Hatun: -Susuyorum derken?

Meftun: - "Sukût orucuyla dil susunca, kalbin fısıltılarına açılır kulak" En önemlisi de bu.

Hatun: -Desene yine ben fazlalığım.

Meftun: - (Bütün parçaların toplamından daha fazla bir şeydir) Olur mu öyle şey... Geldiğine memnunum. Varlığın bile yeter. ( Varlığımız bir fazlalık! Fakat acı olan varlığımızda biz eksiğiz, kesikli...)

Elifvarî: - Geldin mi dediğime... Kesikli olan insanın bizzat kendisi. Eşyanın bir suçu yok. 

Meftun: - Hatırladığım kadarıyla aynını kast etmiştim. Bu ısrar niye? Eşyanın bir suçu  ve sevabı olsaydı, Allah cennetle müjdeler ve cehennemle korkuturdu onları da... 

Hatun: -Teşekkür ederim de öyle ise ne niye buralara kaçtın?

Meftun: - Bunları sonra konuşuruz. Gecenin bu saatinde sadece hoşgeldin diyorum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anafor-1 Whatsapp Gurubu

[25/3 14:39] Abdullah Kuloğlu: Fakat ne durumda olursanız olun biz burada müfredatı adım adım takip edeceğiz. [25/3 14:39] Abdullah Ku...