2 Ağustos 2017 Çarşamba

Elifba-3

"Anlasınlar diye değil anlamak için "niçin" var olduğunu söylenmiş sözlerden daha güzel ne anlatır insanı?!.. Temiz bir gıda da zehirler insanı, eğer bünyen müsait değilse!.."

İnsan kendisini temellendiremediği için çevresini de temellendiremiyor. Bu yüzden yaşama şevki de kalmadı. Sütçü beygiri gibi bezgin ve yıkık mecburen sürdürüyoruz hayatı. Meryem'in mektubunda görünen gençlik buhranının, o "temel" arayışının gösterdiği insanî özü uyuşturmak için elimizden geleni yapıyoruz. Günümüzün endüstrileri bu çabanın ürünü. O iç sesi kendi ellerimizle boğabildiğimiz kadar "mutlu" (!) olabiliyoruz. Huzur böyle hayvanî bir teselliyi ifade ediyor bugün. Halbuki çevre dediğimiz bizi kuşatan alem bunun için var değil. Aksine "biz"e ikram edilmiş bir imkân. Fakat mesele şu bu ikramın muhatabı "biz" kimiz? Niçin varız? Cevabı verilemese de bu arayışın bitmemesi lazım. Çünkü bizi insan kılan bu arayış değildir de nedir? Bu vazgeçme ve kendimizden kaçış ve bunu mümkün kılmak üzere ortaya konulmuş bütün buluşlar aslında temiz ve elverişli bir imkânın heba edilmesinden başka bir şey değil? Zehirleniyoruz çünkü bünyemizin en tabii arayışını yok sayıyor ve ihmal ediyoruz. "Gençlik hevesi, çocuksu romantiklikler" diye bilgiç bir tavırla aşağıladığımız insanî özümüzden başkası değil.... Aşağılık bir çağ bu!... Pes etmişlerin pes etmemişlere tahakküm kurduğu bir çağ. Dibi bulduk ve daha aşağısı yok!.. Tarkovski'nin "Bir Delinin Haykırışı" ismiyle meşhur olmuş bir film sahnesinde dile getirdiği gibi... Bu sadece bizim cemiyetimizin düştüğü bir hal değil. Aksine batının urlaşmış zihniyetinin bütün insanlığı düşürdüğü bir hal. İnsan hakları ve hürriyetleri, demokrasi ve hürriyet lafları ruhumuzu boğazlıyor. Hırıltılı sesler yükseliyor dünyamızdan. Sanat bir gürültü, cemiyet bir kalabalık ve aile en küçük çapta bir şirkete döndü. İşte bütün bunlar köpüren ağzımızdan çıkan hırıltılar bugün. Mekanik tutarlılık ruhumuzun boğazına çökmüş durumda...

Bir nutuk atar gibi hırsla akan cümlelerin ahengine kaptırmışken kendini, düşüncelerine ilk hareketi veren ve sürekli tekrarlanan o temel cümleyi hatırlamaya çalıştı. 

"Nereden başlamıştım duygusu?" çoğu zaman bu akışı bozan bir çıkıntı... Bu seferki Meryem'in mektubu ve bu cümle. 

Bütün bunları düşünürken "Ah Meryem ah... Ne kadar talihsiz ve bomboş bir devre doğduğun kızım!" diye ilave edebildi sadece. Evin terasından perdeli gözlerle çoktan yükselmiş bulutlara güyya bakarken bir çift gözyaşı bakımsız sakallarının arasında kaybolup gitti. Meryem'in "Sen benim Elif'imsin biliyor muydun?" diye yazdığı  o satırı aradı telaşla, görüşünü bulanıklaştıran yaşlarını temizler temizlemez. Dehşeti yaşıyor! İlk baba olduğu gün tanıştığı ve o günden başlayarak ömrü boyunca kaçtığı ve ürktüğü o dehşet duygusu tekrar olanca kesafeti ile kapladı içini. İnsan cevabını bilmediği ve bilemeyeceği sorularla yüklü gelir dünyaya... Baba, erkek, dayanak ve istinat insanı olabilmek bu şartlarda nasıl mümkün!? Ya Rabbi...

"Temiz bir gıda da zehirler insanı eğer bünyen müsait değilse!"... "Aynen bünyesi müsait olanları kirlenmiş bir gıdanın zehirlediği gibi"... 

Adını bile bilmediği bu Karadeniz köyünde bulunuşunu izah eden; o taaa en derinlerinde yatan ızdırabını kanattı Elifvarînin hatırlattığı bu iki cümle. Birincisi o dünya çapındaki düşüşün zehrini yemiş muhataplarının karşısında yaşadığı çaresizlik duygusunun verdiği ızdırap. İkincisi ise evlatlarının gitgide büyüyen insanî çırpınışlarının belirttiği imkânı ziyan etme korkusu ve buna bağlı olarak yaşadığı dehşet duygusundan doğma ızdırap. 

"Olan ile olması gereken arasındaki gerilim, ideal ve vakıa arasındaki uçurum, istenen ve verilen arasındaki uyumsuzluk... " Kısaca insanla insanî hakikatin gerilimi altında kıvranan insanî öz! Bu çağ insanlık yangını bir çağ... "Topyekûn yanıyoruz" diye ilave edebildi tekrar iç sarsıntısı göz kapaklarına basarken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anafor-1 Whatsapp Gurubu

[25/3 14:39] Abdullah Kuloğlu: Fakat ne durumda olursanız olun biz burada müfredatı adım adım takip edeceğiz. [25/3 14:39] Abdullah Ku...