2 Ağustos 2017 Çarşamba

Elifba-2

"Dünya üzerinde seni en son hatırlayan insan da öldüğünde hiç var olmamış gibi olacaksın"

Meftun: -Hıçkırık gibi bir şey insan. Hatıranın bile bir sonu var. İnsan öldüğünde her şeyini geride bırakıp gidiyor. Bunu görüyor ve anlıyoruz da geride bıraktığımız yaşayan hatıralarımızın, eserlerimizin ve izlerimizin bile silinip gideceğini onların da bir ömürlerinin olduğunu kabullenemiyoruz. Seni hatırlayan en son insanın ölümüyle bir kez daha ölüyorsun. Meryem benim evladım. İnsan hep kendisine ait izleri mi sever? Ben dediğimiz, uzayan bir gölge gibi zamanüstü bir yerden damlıyor sanki... Fakat Meryem'in de bir gün öleceğini bedahat halinde bildiğim halde bunu bir türlü ona yakıştıramıyorum.  

Elifvarî: -Ölmek niye ürkütücü geliyor. Çoğu gitti azı kaldı diye ölümü hasretle yad eden sen değil misin?

Meftun: - Haklısın! Fakat anlamadığın şu; Ben bir varlık olarak aslında kendi şuurumda "ben" olarak var olduğum için varım. Misâl! Eğer "ben" idrakim olmasaydı var olsam bile varlığımın şuurda bir varlığı olmayacaktı. Varlık şuura var!... Doğuştan kör olana renk var mı?

Elifvarî: - İyi de yine de renk var!

Meftun: - Sana var! Ama bana yok! En son gören insan da öldüğünde rengin varlığını -misâl- senin bana bildirme imkânın da öldüğüne göre... Renk yine de var mı? YOK!

Elifvarî: - Emin misin? 

Mefun: - Eminim elbette. Mevzusu kalmıyor ki var kalabilsin. O her ne ise o olarak kalıyor ama o şeyin bizdeki varlığı bizim gibi eğreti bir varlık. Renk ne? Bir şey ile o şeyin bizde doğurduğu şey aynı şey mi? Renk, şekil ve form bizde saklı bir varlık olarak o "şey" ile bizim şuurumuza erdiğinde biz buna görmek diyoruz. Kısaca o "şey"in bununla alakası yok. Aslında kör de görüyor. Şuuruna varmadıktan sonra gördüğünü bile bilemeyeceğine göre... 

Elifvarî: - Saçmaladın Meftun. Gören körler! Yani yaşayan ölüleri mi imâ ediyorsun.

Meftun: - EVET! Hatta yaşayan ölüler, yaşayan hayattakilerden daha keskin bir yaşayışa sahipler. Biz yaşayan ölülerdik ve yaşayan hayattaki olduk doğmakla sonra da tekrar yaşayan ölüler... Eğreti varlığımızı, hakiki varlığımızla aynılaştırmak hakikati olmayan bir alışkanlık... 

Elifvarî: -Olabilir.

Meftun: - Hatta hakiki varlığımızı bizzat varlıkla aynılaştırmak da hakikati olmayan bir kabul... Bu tuhaf kabulün temeli nerede ise biz aslında oyuz. Fakat bilmiyoruz, bilemiyoruz. İnsanoğlunun ızdırabı da buradan doğuyor. Hatta varoluş bizatihî ızdırap... Biz ne isek varoluşumuzun hakikati diye kabul ettiğimiz her durum ve şey o "şey"in gölgesinden ve kıvrılışlarından ibaret. 

Elifvarî: - Biz sadece kendimiz olmak iktidarına sahibiz. Ama kendimizi bilmek iktidarında değiliz.

Meftun: -Doğuştan gören körler gibi... Görüyoruz ama idrak edemiyoruz.

Elifvarî: -Ya bu bilgi?

Meftun: -Bilmek için sınır taşımız! Bilmediğimizi bilmeseydik bilgi doğmazdı. Ruh olmasa akıl akıl değil! Fakat mesele demek ki bilmek de değil.



Aslında hepimizin kimbilir kaç sefer "budur" diye kendimizi kurup sonra yıkıp, tekrar tekrar kurmaya çalıştığımız -burdan belli arıyoruz- halimizin en kısa ve dokunaklı vasıflandırmasıdır bu. Bir hayatın romanında, milyonların hayatını bulabilir miyiz? Bilmiyorum.

Mümkün mü sarayın çatısında deve bulmak?.. "Perdede Fare?"

Kesin dönüş hazırlıkları devam ederken, takvimin zorlamasıyla önden İstanbul'a, halamın yanına gönderildim. İlkokul 3.sınıfa kaydım yapılmış. 80 ihtilali sonrası propaganda konuşmalarını televizyondan izleyen eniştem bir tarafta, diğer tarafta ben. "Gözlüklü tombul" çıktığında daha bir dikkatli izleyen eniştemi izliyorum.
İlk defa tecrübe ettiğim siyah önlüğün, dış dünyaya karşı yabancılığımın resmî mührü oluşu veya öyle olmasa da, kendimi en mahrem halimle ifşaa edilmiş çıplaklıkta his etmeme sebep olan yönüyle uğradığım tacizi, beni daha fazla içime sığınmaya zorlayan bir remz olarak kabul edebilirsiniz.
Bacalarından duman tüten şehrin, yayılan kasvetli akşam havasına eşlik eden sabırsız korna seslerine teslim caddesi.. Pencere kenarına kedi gibi kurulmuş edam içinde ekmeğin ucunu kemirirken her akşam okul dönüşü kendime bırakıldığım ne güzel anlarımdı. Herkes telaş içinde ve meşgul. Dilimden dökülen dua "Allah'ım onların meşguliyetini arttır!.." Uğaşmasınlardı benimle... Uğraşmasınlar "Kim"liğimiz ile!..
Akıp gitmek de türlü türlüymüş meğersem.
"bizim akışımız"ın zıddına "onların akışı"
Meğer akış da, aşk da, insan da çeşit çeşit imiş.


 Meftun: - Hatırladın mı?

Elifvarî: - Bana mı soruyorsun bu soruyu. Unutma bunu sana yazdıran benim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anafor-1 Whatsapp Gurubu

[25/3 14:39] Abdullah Kuloğlu: Fakat ne durumda olursanız olun biz burada müfredatı adım adım takip edeceğiz. [25/3 14:39] Abdullah Ku...