2 Ağustos 2017 Çarşamba

Elifba-1


Elif Arap alfabesi’nin ilk harfidir. Elif harfinin Ebced hesabındaki değeri bir. Kameri harflerdendir. Elif harfi sadece sağdan bitişebilen bir harf olup, kendisine sol taraftan bir harf bağlanamaz. Elif, Kur’an alfabesinin ilk harfidir; aynı zamanda ilk mahreç, yani ağız boşluğundan çıkış yerleri itibariyle de harflerin ilkidir. Etimolojik yapısı itibariyle elif, tanışmak, kaynaşmak, sevmek, cana yakın olmak, dostlukta bulunmak anlamlarına gelen “ülfet” ile, bir şeyin müteaddit unsurlarını bir araya getirmek, arasını bulmak, imtizaç ettirmek anlamındaki “te’lif” mastarlarının türediği “e-l-f” kökündendir. Elif, alfabenin ilk harfi olduğu gibi diğer harflerin de sebebi ve kaynağıdır. Hatta İbn Mukla’nın kaligrafi sistemine göre, bütün diğer harfler “elif” şeklinde yazılmalıdırlar. Buna göre diğer harflerin hepsi “elif” harfinin değişik kıvrımları şeklinde yazılmasıyla meydana geldiğinden o tüm harflerin aslı ve esası durumundadır.
Güneşli bir gün. Gerçi Karadeniz’in taraçalı dağlarına kondurulmuş bir köyde olup da güneşli bir gün diye başlamak tehlikeli bir başlangıç sayılır. Ama bugün içinden geçeni söylemek istiyor. İşte bu yüzden -gölgesi olmayan- güneşli bir gün diye başlamak daha uygun göründü O’na. Olan ile olması gereken arasındaki gerilim, ideal ve vakıa arasındaki uçurum, istenen ve verilen arasındaki uyumsuzluk... Daha neler ve neleri tedai ettiriyor O’na. Hayat tehlikeli bir başlangıç diye düşündü. Çok da uzun olmayan fakat yoğunluğuna bakılırsa kısa denilmesi de mümkün olmayan geçmişine baktığında bu teşhisi memnuniyetle onaylayan iç sesini duydu. Bu iç sesin adına kimileri vicdan diyor. Klişe işte. Halbuki O ona “elifvarî” ismini koydu. Bu daha yakışıklı.
Evet güneşli bir gündü. Evin terasından o engin boşluğa bakarken ayak altında kalan bulutların aşağılardan fark edilmeyen hızına takılan gözleri perdelendi. Hipnotize eden hareketlilikleri ve şaşırtan şekillenmeleri ile akıp giden kalplerimizin hallerine ne kadar da benziyor diye düşündü. Öyle ya insan idraki de kalbin o karşı konulamaz hallerine takılmıyor muydu! Vakıa denilen aşağı dünyayı gölgeli giriliği veya pamuksu beyazlığı ile perdeleyen ve vakıayı icabında keskinleştiren veya yumuşatan bir berzah. Offf sıkıldı... Başını kaldırıp o engin ve dingin maviliğe gözlerini kaçırdı. Gökyüzü güneşin aydınlığı ile pırıl pırıl. Elifvarî seslendi: “Kaçıyor musun?” Cevap verdi: “Bi rahat bıraksan kaçacağım ama bırakmıyorsun ki...” Elifvarî zamansız bir çıkış yaptığını fark etti. Gerçekten zamanı değildi. MEFTUN bugüne kadar kendisine nazik davranmıştı. Sabırla ve daima kendisini dikkate almıştı. Ama son sözlerinden kabaran öfkesi görülebiliyordu. Susmayı tercih etti. O bunu hak ediyordu. Saygı duyuyordu bu adama. Sukûtun sesi... Sadece bahar rüzgarının o tatlı ve serin uğultusu kaldı. Meftun “sessizliğin sesi” diyebildi tüm gücüyle aldığı nefesi koyverirken. “Ohhhhh..”
Aşağılardan yaklaşan motor sesini fark edene kadar sürdü bu hal. Dağı yaran vadilerin tanıdığı imkâna göre güzergahı çizilmiş yollardan yükselen seslerin aldatıcılığını iyi biliyordu. Sese bakılırsa araç kanatlı olmalıydı. Gülümseten bir düşünce. Gözlerini yol tarafına çevirdi. Kimdi ki... Ses ha gözüktü ha gözükecek duygusu yaşatırken gözleri sinir bozucu bir şekilde yine bulutlara takılıyor. Bu mücadele içinde gözleri nihayet istinat noktasını buldu. Hasan amcaymış. Mevsimine göre balıkçı, domatesçi, patatesçi Hasan amca. Ama O’nun için Hasan amca kimsenin bilmediği “Mektupçu Hasan Amca” aynı zamanda. Bakalım duracak mı evin önünde. Durdu galiba. Tahta çitin kapı gıcırtısı... Durdu kesin. Meyva ağaçlarının terasa açılan boşluğunda bakışları buluştu. Hasan amca seslendi “Uşağum mektubun var”
Meftun terasa kurulup mektubu açmadan önce kahvaltı hazırlamak bahanesiyle işi uzatıyor. Biraz da domates doğrasa iyi olacak. Şekeri götürmüştü. Götürmüş müydü? Çaya baktı. Demlenmiş. Zeytin? Tamam. O bu şu derken her şey tamam. Kalp ritmi fena sayılmaz. Ama O, terdirginlik ve çarpışmaya hazırlık duygusu ile boğuşurken her şey tamam olmamalıydı. Çok erken ve bir şeyler eksik. Mektup kızından. Meryem’inden... Kalp sızısından. Her şey olacağına varır dedi böyle durumlarda söylendiği gibi. Sonra nedense tiksindi “söylendiği gibi” olmaktan. Elifvarî sanki marifetmiş gibi tekrarladı “gibi olmak”tan öyle mi? Şimdi uğraşamazdı Elifvarî ile...
Meryem, İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde okuyordu. Sarsıntılı bir evliliğin çökmüş kalıntılarından sıyrılıp gelen ve bu yönüyle mucize hissini yaşatan bir mevhibe. Bir baba için kızı ne demekti? Ya bir baba kızı için? Anne, sevgili, hatun, kerime?..
Perdenin üst kısmında "aşk"ımın gezebildiğini, hatta gözyaşlarını dökerken bilhassa peçelendiğini yakıştıran - gören diye okuyun siz bunu- benim için babannemin faresinin yokluğunun ispatı muhal.. Divane ile aşığın aynı çizgide ayrı bir gerçeği yaşıyanlar olduğunu bilmem nasıl izah edebilirim?.. Farecik!.. Mein Mäuschen !.. Almanların bir bebeği severken kullandığı bir tabirin türkçesi. Cicim, sevimlim demek.
-MEFTUN!..
-Buyur anne
-Evladım, başka yolu yok mu?!.. O senin baban. Ne kadar üzüldüğünü bilmiyor musun?
Üzüntüsü evladını kendinden bir parça bilmesinden. Annem babam üzerinden -muhakkak babamı da feda edebilecekken uğrumda- gücü yetmez korkusundan mecburen kendisine sahip çıkıyor. Biz erkekler için meçhul - çok vücudda tek duygusu- annelik... Alemin çokluğundaki birlikten alınmış bir pay. "Kainat muhasebesini kadında hülasalandırmak" denilen. İcabında evlatlarıyla arasında ayrılık vehmini besleyen erkeğini de fedâya hazır bir ruhtur. Bu bakımdan kadının erkeğe ilgisi, erkekte mündemiç olan evlatlarına karşı bir ilgi olarak, evladı erkekten doğurma, erkekten kurtarma -hürriyete kavuşturma- tavrıyla aslında daima ve hep "anne" olduğunu gösteriyor. İmanın kesiksiz oluş keyfiyeti gibi annelik de öyle, teslim oluşla nihayetlenen bir fedâ eylemi! Hür kılmak için... Bir fikrin önüne gelen her unsuru, kendi asliyetine vesile bir terkib mevzuu kılması gibi, kadın da "annelik" aslıyla erkeği kendinde çoğaltan bir keyfiyettir. Böylece sürü değil topluluk olarak AİLE’yi mümkün kılan. Nesebin babaya nisbetinde de aynı mânâ. Erkekte toplu hakikati çoğaltan. Anne ve evlat, baba karşısında kendi hakikatleri açısından birbirine yakın, babaya uzak. Hakikatte ise hem anneye hem evlatlara babanın yakınlığı, kendilerine yakınlıklarından daha yakın.
-Biliyorum anne, sen üzülme.
Bu gözle mücerret istidadı bakımından erkek, BABA olsa da ancak İslam'ın mutlak hayat rejimi altında BABALAŞABİLİR.
Mücerret olarak kendi "tek"liğine delil olduğu için, bundan doğan bir ilgiyle çoka rağbet ve çokta seyir ve bilinmek arzusu bakımından erkek, kendi değil aynada görünen vasfıyla "anne"dir de!.. Kısaca annelik babalığın gölgesi!.. Gölge varlık olarak kadında ve dolayısı ile evlatlarda tüten ve yaşayan anneliğin, hakikatte babaya ait oluşunu, kadını anne yapanın baba olduğunu söylemek istiyorum. Bu gözle Adem'den baba ve anne doğdu.. Ve İNSAN bir tek KEYFİYET olduğu halde alemde ikileşti. Siz bu ikileşmeyi " BİR'den fazla" olarak kabul edebilirsiniz.
Kendince bir zamanlar böyle izah (!) etmişti. Halihazır ile “kendi halihazır”ı arasındaki uçurumu, uçurumun diğer yakasında olan yeşil gözlü sevgiliye ümitsizce anlatmaya çalışırken.
Yeşil gözlü sevgilisi, kara saçlı kürt dostu ve daha şusu ve busuyla, hakim olunamayan yönünün iticiliğine maruz ve bundan dolayı mazur çevresiyle, bir türlü tatmin olmaz ve memnun edilemez nazlı sevgilinin zaten haklılığı peşin "çatık kaşları" arasında bir kürek mahkûmunun hayatıydı O’nunki o zamanlar... Galiba başka türlü olması da mümkün değil. Meryem işte bu hayatın içine doğmuştu.
Uyanır gibi silkindi bu düşüncelerden. Sofraya bakan divanda buldu kendini. Çay buz gibi olmuştu yine. Kalkıp çayı tazeledi. Derin bir nefes alıp mektubu açtı.
Mektup.
“Babacığım, (-Buyur sevgili kızım)
Seni çok özledim biliyorsun değil mi? (-Kapler karşılıklı güzelim) Annem, Ömer ve Muhammed iyiler. Bir ara fırsat bulursan gel olur mu? Benim şartlarım belli. Dersler vs... Okulumdan memnun olup olmadığımı sormuşsun. Biliyorsun memlekette işler pek iyi gitmiyor. Konuşabilecek insan bulmak çok zor. Ne tuhaf değil mi? Dünyanın en kalabalık şehrindeyim halbuki. Seninle hat sanatı üzerine sohbet etmeye o kadar çok ihtiyacım var ki... Nerelerdesin? Böyle yazıyorum diye sakın üzülme ama sen bana iyi geliyorsun (-Benim gibi olmak yükünü sırtına vurduğum için üzgünüm pamuğum. Sen de bana iyi geliyorsun. Sen de bunu bil. Bilebilir ama inanabilir misin?)
Sen benim “ELİF”imsin biliyor muydun? (-Bilmem mi kızım!) Bütün diğer harfler elifin değişik şekillerinden ibaretmiş. Sayıların “BİR”in tekrarından ibaret olması gibi... “+” da çoğaltan “anne”m gibi.
Baba, zamanımızda çoğaltmaya değer birileri kaldı mı? ( -Ah kavruk zamanların garibi kızım bu ne yaman bir soru bu yaşta?) Salih Mirzabeyoğlu amca’nın “İnsan” kitabını başıma sen sardın biliyorsun. 
( Elifvarî içeriden: -Aldın mı cevabını! Meftun: - Çekil aradan, seninle kavgamızı mektubun sonunda yaparız. Tamam?) 
Baba içimde gitgide büyüyen bir şeyler var. Galiba ben büyüdüm. Büyümek, bilmek gibi ızdırablı imiş. Hep derdin ya.. “Meyvası inanmak olan aşkın diyarı cennetten, meyvası aşk olması gereken bilmenin diyarına düştük!” Bu sözünü düşündüm geçenlerde. İnanmak aşkın zorunlu gereği ama bilmek aşkın sadece imkânı oluyor. Bilmenin yetmediğini derinden derine duyan birisi olmak imkânını bende görüyor musun baba? 
( Meftun: - Elifvarî! Bu kız sakın aşık olmuş olmasın? Sakın cevap vereyim deme sakın!)
İnsan olmamak mümkün mü? (-Değil kızım değil ama hayvandan aşağı olmak da insanlığa dahil)...
Gördüğün gibi seninle konuşacak o kadar çok şey biriktirdim ki... Niye sanki telefonun yok? İnternetin yok. Mektubun hızı yetmez bilmiyor musun? Aslında gel istiyorum da bu yüzden kısa kesiyorum. Sormuşsun niye kısa yazıyorum diye. Özledim baba.
Bu arada baba da be harfiyle alakalı... Ama başında gizli ve örtük bir elif var.

Kızın Meryem... Ellerinden öpüyorum babacığım. Dua et....”
Anlasınlar diye değil anlamak için "niçin" var olduğunu söylenmiş sözlerden daha güzel ne anlatır insanı?!.. Temiz bir gıda da zehirler insanı, eğer bünyen müsait değilse!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anafor-1 Whatsapp Gurubu

[25/3 14:39] Abdullah Kuloğlu: Fakat ne durumda olursanız olun biz burada müfredatı adım adım takip edeceğiz. [25/3 14:39] Abdullah Ku...